4 Ekim 2010 Pazartesi

HASAN HÜSEYİN KORKMAZGİL

Hasan Hüseyin Korkmazgil (d. 1927 - ö. 1984), toplumcu-gerçekçi şiirin önde gelen temsilcilerinden biri olan şair.

1927'de Sivas'ın Gürün ilçesinde doğan Hasan Hüseyin, Adana Erkek Lisesi'ni 1948'de, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nü 1950'de bitirdi. Öğretmenliği Göksun'da başladı. Siyasi eylemleri gerekçesiyle öğretmenlikten atıldı, tutuklandı, hüküm giydi. 1955-1960 yılları arasında Gürün ve Sivas'ta arzuhalcilik, tabela ve portre ressamlığı, inşaat işçiliği yaptı.1960'da İstanbul'a, sonra Ankara'ya yerleşti. Akis dergisinde çalıştı. Bir süre de Forumdergisinin sanat sayfalarını yönetti (1968-1970). Kızılırmak kitabı nedeniyle hakkında 142. maddeden dava açıldı, yargılandı, aklandı.

Lise yıllarında şiir yazmaya başlayan Hasan Hüseyin'in ilk şiiri 1959'da Dost dergisinde çıktı. Bu yıllarda mizahi hikâyeleri de yayımlandı.Kavel (1963) adlı kitabı ile 1964 Yeditepe Şiir Armağanı'nı, Kızılkuğu (1971) ile TRT'nin 1970 Sanat Başarı Ödülü'nü, Filizkıran Fırtınası(1981) ile 1981 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü'nü ve Nevzat Üstün Şiir Ödülü'nü aldı.Şair 1983'te beyin kanaması geçirdikten sonra bir yıl bitkisel hayatta yaşadı. 26 Şubat 1984'te evinde yaşama gözlerini yumdu.

***

Acı çekmek özgürlükse
Özgürdük ikimiz de
O, yuvasız çalıkuşu
Bense kafeste kanarya
O, dolaşmış daldan dala
Savurmuş yüreğini
Ben bölmüşüm yüreğimi
Başkaldıran dizelere
Kavuşmak özgürlükse
özgürdük ikimiz de
elleri çığlık çığlık
yanyana iki dünya
ikimiz iki dağdan
iki hırçın su gibi
akıp gelmiştik
buluşmuştuk bir kavşakta
unutmuştuk ayrılığı
yok saymıştık özlemeyi
şarkımıza dalmıştık
mutluluk mavi çocuk
oynardı bahçemizde
aramakmış oysa sevmek
özlemekmiş oysa sevmek
bulup bulup yitirmekmiş
düşsel bir oyuncağı
yalanmış hepsi yalan
sevmek diye bir şey vardı
sevmek diye bir şey yokmuş
Acı çektim günlerce
Acı çektim susarak
Şu kısacık konutlukta
Deprem kargaşasında
Yaşadım bir kaç bin yıl
Acılara tutunarak
Acı çekmek özgürlükse
Özgürüz ikimizde
acılardan artakalan
işte o bakışlarmış
kuğu diye gözlerimde
gün batımı bulutlarmış
yalanmış hepsi yalan
savrulup gitmek varmış
ayrı yörüngelerde...

*****

...orhan kemal'in güzel anısına...


işten çıktım
sokaktayım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sokakta tomson
sokağa çıkmak yasak

sokaktayım
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
yaralı bir şahin olmuş yüreğim
uy anam anam
haziranda ölmek zor!


havada tüy
havada kuş
havada kuş soluğu kokusu
hava leylâk
ve tomurcuk kokuyor
ne anlar acılardan/güzel haziran
ne anlar güzel bahar!
kopuk bir kol sokakta
çırpınıp durur

çalışmışım onbeş saat
tükenmişim onbeş saat
acıkmışım yorulmuşum uykusamışım
anama sövmüş patron
ter döktüğüm gazetede
sıkmışım dişlerimi
ıslıkla söylemişim umutlarımı
susarak söylemişim
sıcak bir ev özlemişim
sıcak bir yemek
ve sıcacık bir yatakta
unutturan öpücükler
çıkmışım bir kavgadan
vurmuşum sokaklara

sokakta tank paleti
sokakta düdük sesi
sarı sarı yapraklarla birlikte sanki
dallarda insan iskeletleri


asacaklar aydemir'i
asacaklar gürcan'ı
belki başkalarını
pis bir ota değmiş gibi sızlıyor genzim
dökülüyor etlerim
sarı yapraklar gibi


asmak neyi kurtarır
sarı sarı yaprakları kuru dallara?
yolunmuş yaprakları
kırılmış dallarıyla
ne anlatır bir ağaç
hani rüzgâr
hani kuş
hani nerde rüzgârlı kuş sesleri?

asılmak sorun değil
asılmamak da değil
kimin kimi astığı
kimin kimi neden niçin astığı
budur işte asıl sorun!

sevdim gelin morunu
sevdim şiir morunu
moru sevdim tomurcukta
moru sevdim memede
ve öptüğüm dudakta
ama sevmedim, hayır
iğrendim insanoğlunun
yağlı ipte sallanan morluğundan!

neden böyle acılıyım
neden böyle ağrılı
neden niçin bu sokaklar böyle boş
niçin neden bu evler böyle dolu?
sokaklarla solur evler
sokaklarla atar nabzı
kentlerin
sokaksız kent
kentsiz ülke
kahkahanın yanıbaşı gözyaşı

işten çıktım
elim yüzüm üstümbaşım gazete
karanlıkta akan bir su
gibi vurdum kendimi caddelere
hava leylâk
ve tomurcuk kokusu
havada köryoluna
havada suçsuz günahsız
gitme korkusu
ah desem
eriyecek demirleri bu korkuluğun
oh desem
tutuşacak soluğum

asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi
yaşatmaktır önemlisi
güzel yaşatmak
abeceden geçirmek kıracın çekirgesini
ekmeksiz yuvasız hekimsiz bırakmamak

ah yavrum
ah güzelim
canım benim / sevdiceğim
bitanem
kısa sürdü bu yolculuk
n'eylersin ki sonu yok!
gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!

nerdeyim ben
nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz siz
kimsiniz?
ne söyler bu radyolar
gazeteler ne yazar
kim ölmüş uzaklarda
göçen kim dünyamızdan?

asmak neyi kurtarır
öldürmek neyi?
yolunmuş yaprakları
ve kırılmış dallarıyla bir ağaç
söyler hangi güzelliği?

kökü burda
yüreğimde
yaprakları uzaklarda bir çınar
ıslık çala çala göçtü bir çınar
göçtü memet diye diye
şafak vakti bir çınar
silkeledi kuşlarını
güneşlerini:
«oğlum sana sesleniyorum işitiyor musun, memet,
memet! »

gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
üstümbaşım elim yüzüm gazete
vurmuşum sokaklara
vurmuşum karanlığa
uy anam anam
haziranda ölmek zor!


bu acılar
bu ağrılar
bu yürek
neyi kimden esirgiyor bu buz gibi sokaklar
bu ağaçlar niçin böyle yapraksız
bu geceler niçin böyle insansız
bu insanlar niçin böyle yarınsız
bu niçinler niçin böyle yanıtsız?

kim bu korku
kim bu umut
ne adına
kim için?


«uyarına gelirse
tepemde bir de çınar»
demişti on yıl önce
demek ki on yıl sonra
demek ki sabah sabah
demek ki «manda gönü»
demek ki «şile bezi»
demek ki «yeşil biber»
bir de memet'in yüzü
bir de güzel istanbul
bir de «saman sarısı»
bir de özlem kırmızısı
demek ki göçtü usta
kaldı yürek sızısı
geride kalanlara


nerdeyim ben
nerdeyim?
kimsiniz siz
kimsiniz?

yıllar var ki ter içinde
taşıdım ben bu yükü
bıraktım acının alkışlarına
3 haziran '63'ü

bir kırmızı gül dalı
şimdi uzakta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
yatıyor oralarda
bir eski gömütlükte
yatıyor usta
bir kırmızı gül dalı
iğilmiş üzerine
okşar yanan alnını
bir kırmızı gül dalı
nâzım ustanın

gece leylâk
ve tomurcuk kokuyor
bir basın işçisiyim
elim yüzüm üstümbaşım gazete
geçsem de gölgesinden tankların tomsonların
şuramda bir çalıkuşu ötüyor
uy anam anam
haziranda ölmek zor!

******

Öyle Bir Yerdeyim Ki

Öyle bir yerdeyim ki
ne karanfil ne kurbağa
Bir yanım mavi yosun
Dalgalanır sularda
Dostum dostum
Güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe

Öyle bir yerdeyim ki
Bir yanım çığlık çığlığa
Öyle bir yerdeyim ki
Anam gider Allah Allah
Öyle bir yerdeyim ki ne karanfil, kurbağa
Öyle bir yerdeyim ki
Bir yanım mavi yosun çalkalanır sularda

Dostum, dostum güzel dostum
Bu ne beter çizgidir bu
Bu ne çıldırtan denge
Yaprak döker bir yanımız
Bir yanımız bahar bahçe

Öyle bir yerdeyim ki bir yanım çığlık çığlığa
Öyle bir yerdeyim ki
Anam gider Allah, Allah dölüm düşmüş sokağa.

****





3 Ekim 2010 Pazar

AHMET TELLİ

1946’da Çankırı’nın Eskipazar ilçesinde doğdu. Hasanoğlan ve Pazarören öğretmen okullarında eğitim gördü. Bir dönem köy öğretmenliği yaptı. Ardından Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdi. Anadolu’da çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı. 12 Eylül’den sonra uzunca bir süre tutuklu kaldı. 1960 sonrası toplumcu gerçekçi şiirimizin ikinci kuşağında yer alan özgün şairlerden. İsmet Özel'den sözcük seçimi ve ses tonu bakımından etkilendi. Romantik ve başkaldırıcı şiiriyle bir yandan da Attilâ İlhan'a yakın durduğu söylenebilir.
****
HALA KOYNUMDA RESMİN
Sımsıcak konuşurdun konuşunca
ırmak gibi rüzgar gibi konuşurdun
yayla kokuşlu çiçekler açardı sanki
çiğdemler güller mor menevşeler açardı
Sımsıcak konuşurdun konuşunca
Hâlâ koynumda resmin

Dağları anlatırdın ve dostluğu
bir ceylan gibi sekerdi kelimeler
Sesini duymasam çölleşirdi dünya
dağlar yarılır ırmaklar kururdu
bulutlar çökerdi yüreğime
Hâlâ koynumda resmin

Gün akşam olur elinde kitaplar
ve bir demet çiçekle çıkıp gelirdin
bir kez bile unutmadın "merhaba" demeyi
ve en yanık türküleri nasıl da söylerdin
bir dostun vurulduğu gün
Hâlâ koynumda resmin

Kaç mevsim kırlara çıkıp
çiçekler topladık mezarlar için
Belki ürküttük tarla kuşlarını
belki kurdu kuşu ürküttük
ama aşkı ürkütmedik hiç
Hâlâ koynumda resmin

Ve hâlâ sımsıcak durur anılar
sımsıcak ve biraz boynu bükük
Ne varsa yaşanmış ve paylaşılmış
yasak bir kitap gibi durmaktadır
ve firari bir sevda gibi
Şimdi duvarlarda resmin

*******
ÖZLETİYOR SENİ BU YAĞMURLAR

Burada yağmur yağıyor
Aralıksız yağıyor günlerdir
Ama sen yine de şemsiyeni
Almadan gel ilk otobüsle
Buğulanan camlara usulca
Yüzünü çiziyorum ki yüzün
Bir yağmur damlası olup
Düşüyor yapraklarına gülün
Güller de bozamıyor bu uzun
Karanlık sessizliğini kentin
Anılarını yitiriyor sokaklar
Bezirgânlaşıyor bulvar ışıkları
Tarih de kekemeleşiyor bazen
Ki o zaman aşktır tek bilici
Aşksa yürümek gibi bir şey
Duyabilmek kuşların gelişini
Anısı bizsek eğer bu kentin
Unuttuğu türküler bizsek
Acıyı rehin bırakıp bir güle
Anımsatmalıyız bunları bir bir
Sonra yürümeliyiz seninle
Sokaklara caddelere çıkmalıyız
Belki bir aşktır bu kentin
Belleğini geri getirecek olan
Burada yağmur yağıyor ama sen
Şemsiyeni almadan gel yine de
Özletiyor bu çılgın sağanak seni
Sırılsıklam özletiyor biliyor musun

*********************
UNUTMA DOSTUMSUN

Sen dostumdun benim gülünce güneşler açan
Bulutlara rüzgara asarım suretini her akşam
Her akşam bir mektup yazarım dağlar kadar
Meşeler göğermiş diyorsun, varsın göğersin
Anlamını yitiren bir şeyler mi var şimdilerde
Yazdığım şiirlere yabancıyım, sokaklara yabancıyım
Taşı delemiyor bir çığlık ve apansız
Su oluyorum ipince, kendime sızıyorum
Dünya yetmiyor bazan, bırakıp gidebilir miyim?
Kuşları ürkütülmüş bir dal gibiydin, öylesine mahzun!
Efkar da yakışırdı sana, ilk kadeh kekik kokardı
Unutalım mı şimdi kente indiğimiz o ilk günü
Sabahlara kadar okuduğumuz o kitapları
Sabahlara kadar düşüncelerimizde yaşattığımız hayallerimizi
Kar aydınlığında yürüdüğümüz o yolları
Sen dostumdun benim gülünce güneşler açan
Bulutlara rüzgara asarım suretini her akşam
Her akşam mektup yazarım dağlar kadar
Kayıp bir adresten geliyor sesin şimdi, üşüyorsun
Unutma dostumsun sen, neredeysen orda ölmek isterim!

*********************
GİDERSEN YIKILIR BU KENT
Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken

Gidersen kim sular fesleğenleri
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca

Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu
Sustuğun yerde bir şeyler kırılıyor
Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun
Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına
Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor
Birde seni ekliyorum susuşlarıma

Selamsız saygısız yürüyelim sokakları
Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar
Adını bilmediğimiz dostlar kalır yalnız
Yüreğimize alırız onları, ısıtırız
Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam

Gidersen kar yağar avuçlarıma
Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar

Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında
Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler
Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde
Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri
Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak
Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık

Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman
Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere
Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun
İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın
Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine

Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür
Bir tufan olurum sustuğun her yerde

***************************
Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürperirken

Gidersen kim sular fesleğenleri
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca

Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu
Sustuğun yerde bir şeyler kırılıyor
Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun
Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına
Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor
Birde seni ekliyorum susuşlarıma

Selamsız saygısız yürüyelim sokakları
Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar
Adını bilmediğimiz dostlar kalır yalnız
Yüreğimize alırız onları, ısıtırız
Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam

Gidersen kar yağar avuçlarıma
Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar

Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında
Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler
Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde
Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri
Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak
Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık

Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman
Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere
Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun
İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın
Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine

Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür
Bir tufan olurum sustuğun her yerde

*******************

ACININ MİLADIYLA

Acının miladıyla başlayan bir hikayedir bu
yaşayıp gelmişiz ormanlar bir yanarak
her dönemeçte uğultulu uçurumlar
her şafakta uzun uzun kurt ulumaları
Ey masalcı
otur şu geyik postuna
ve anlat şimdi bütün bunları

Önce yaşadıklarımızı koy ortaya
hatamızı ve sevabımızı anlat
görelim nelere kahretmişiz bunca zaman
nelere göğüs germişiz görelim bir bir
bedeli ödenmiş midir şafağın, bilelim
yaşamak
yeni acılara sürgün etse de bizi

Hayatımız göründüğü kadar basit değil
ama anlaşılmaz gibi de değil öyle
çoğunu unuttuk belki şimdiden
belki bitti birtakım bekleyişler
umutlar da bitti bir zaman, sevgiler de
ama unutmayalım
zulüm de biter hayatımızda

*******

GÜLÜŞÜN EKLENİR KİMLİĞİME

Gün biter gülüşün kalır bende
anılar gibi sürüklenir bulutlar
Ömrümüz ayrılıklar toplamıdır
yarım kalan bir şiir belki de

Aykırı anlamlar arayıp durma
güz bitip sular köpürür de
kapanmaz gülüşünün açtığı yara
uçurum olur zaman her gece

Her gece yeni bir savaş baslar
acı ses olur, ses deli yağmur

Sığındığım her yer adınla anılır
ben girerim sokağı devriyeler basar
Bir de gülüşün eklenir kimliğime.

*********************

NİDA isimli Kitabından yazı ;

polisle çatışırken bitti galiba çocukluğum ve ilkgençliğim
yoldaşlık günleriydi; “kardeşler!” diyordu içimizden biri
“dağın geyiği, dilin şiiri tanık olsun; anamızın ak sütü
tanık olsun ki haklıyız, kazanacağız!” barikat günleriydi.
yaralı bir kardeşi taşırken omzumda, cesaret diyordum
sesimde tereddütsüz geziniyordu en delişmen tay
vahşi bir vadiden akıyorduk toynaklarımız kan içinde

! alev bir nidâ idik ve arkadaşlık günleriydi

hayatın bir hikâyesi varsa bizimki biraz da bu idi işte
ölüm en gencimizden yakaladı, on yedisindeydi
şimdi uzun uzun susuyor belleğini yitiren kim varsa
çağ nedir, unutuş ne; zaman bir iğne deliğinden geçip
darası oluyor birikmiş anıların ve ölümlerin
kekeme bir tarih yazıcısının bize ayırdığı sayfada
kanlı bir nidâ işaretiyiz, tarihin imlâsını bozan

! yaralı bir nidâyız yaşadığımız bu dünyada"

*****







22 Ocak 2010 Cuma

Mehmet Altan'dan seçkiler

Mehmet Altan - 22.01.2010

Taraf Gazetesi’nin insanın kanını donduran haberlerini görmezden gelen kimi haber organlarının, dün öğleden sonra gelen ve anında sekiz sütuna vermekten kaçınmadığı Genelkurmay Başkanlığı açıklaması şöyleydi:

Neymiş? Bunlar, 1’inci Ordu Komutanlığı tarafından 5-7 Mart 2003 tarihleri arasında icra edilen Plan Semineriymiş...

Neymiş?

Bunlar, Genelkurmay Başkanlığı 2003-2006 yılları Tatbikatlar Programında bulunuyormuş...

Neymiş? Bunların gayesi dış tehdide ilişkin olarak hazırlanan Harekât Planlarını geliştirmek ve ilgili personelin eğitimlerini sağlamakmış...

Plan Semineri, giderek tırmanan bir gerginlik dönemini kapsayan bir senaryo içerisinde uygulanmışmış...

1’inci Ordu Komutanlığı sorumluluk bölgesinde icra edilen bu Plan Seminerinde, Ordu Geri Bölge Emniyeti ve savaş hali, savaşı gerektirecek bir durumun baş göstermesi halinde de uygulanan sıkıyönetim konuları üzerinde durulmuşmuş...

Kısacası... Ve Türkçesi... Taraf’ın haberi doğru. Buraya kadar söylenenin tercümesi bu...

***

Bundan sonrası ise... Adli Tıp onayına rağmen “bu bir kâğıt parçasıdır” anlayışı.

Neden mi? “Bu Plan Seminerine ilişkin olarak ortaya atılan iddiaları, aklı ve vicdanı olan hiçbir kimsenin kabul etmesi mümkün değilmiş”...

Plan Seminerinde cami bombalaması ne arıyor? Plan seminerinde “benim adım” ne geziyor?

Bunların açıklaması yok. Zaten Taraf’ın ve konunun üzerine hassasiyetle giden herkesin de temel pusulası “akıl ve vicdan”...

Ama “akıl ve vicdan”dan söz eden bu kurum, “kemik yaşını” büyüterek mahkeme dosyası bomboş olan Erdal Eren’i asmadı mı?

O da plan semineri miydi?

***

Genelkurmay açıklamasında bir de fiyakalı bir son madde var:

“Söz konusu iddiaları ciddiye alarak üzerinde yorumlar yapılmasının ve bilgi kirliliği yaratılmasının; özellikle toplumumuzda tedirginlik yaratmak isteyenlerin amacına hizmet edeceği değerlendirilmiş”miş...

Vay, vay, vay...

Gözlerimizin önünde seyreden Şemdinli de bu minvalde değil miydi?

Askeriyeye göre orada hiç bir şey olmamıştı, gördüklerimizi söylemek ve yorumlamak “tedirginlik yaratmak isteyenlerin amacına hizmet edebilirdi”...

Gerçekten mi?

***

12 Mart Darbesi’nde evi basan, babamı götüren, Selimiye Kışlası’nda manevi işkence yapan, hukuksuz bir şekilde Maltepe Askeri Hapishanesi’ne koyan zihniyeti yaşayıp görmemiş gibi yapacak, benim adımı da dâhil ettikleri bu darbe hazırlığını yokmuş gibi kabul edecek, bunun “plan semineri” olduğuna inanacak ve susacağız...

Peki...

İnanıp, susalım...

Ama Genelkurmay da “cami bombalanması” ile “benim adımın” orada ne aradığını bana inandırıcı bir şekilde açıklasın...

----------------------------------------------------------------------------


19 Ocak 2010 Salı

ABDİ İPEKÇİ




3 Şubat 1979 tarihli ‘Cumhuriyet Gazetesi’nde Uğur Mumcu, Abdi İpekçi suikastı ile ilgili şu satırları yazmıştır; “O uygar gazeteci, o en yetkin gazete yöneticisi, kanlı kefenler içinde ilerici Türk basınının namusunu simgeliyor şimdi. Ey hükümet! Karınca ezmez hükümet! Uyan artık bu aymazlıktan, uyan artık! İstanbul’da kan kusan çetelerin hakkından gelemiyorsan onurunla çekil git. Senin iktidarında insanlar kurbanlık koyunlar gibi birer birer öldürülüyor ve istihbarat örgütlerin tek satır bile rapor veremiyorsa bu olaylardan sorumlu olan sensin! Ya çekil git ya da görevini yap! Ve ey okuyucular! Abdi İpekçi’yi hergün okuyan sevgili okuyucular onu, Türk basınının uygar yazarını, Türk basınının bu en yetkin yöneticisini son yolculuğunda yalnız bırakmayın. Gözyaşlarınızı gözyaşlarımızla birleştirin.”


“ciddi gorunmek icin gulmemek, gulumsememek gerektigi yolunda yaratilmis sartlanmayi yiksak, bir de gulmek, gulumsemek icin sadece mizahcilara muhtac olmaktan kurtulsak...” yil 1972.

MUHSİN KIZILKAYA

HRANT DİNK





"Evet kendimi bir güvercinin ruh tedirginliği içinde görebilirim, ama biliyorum ki bu ülkede insanlar güvercinlere dokunmaz. Güvercinler kentin ta içlerinde, insan kalabalıklarında dahi yaşamlarını sürdürürler. Evet biraz ürkekçe ama bir o kadar da özgürce." - 19 Ocak 2007'de Agos Gazetesi'nde yazdığı makaleden


"Kendi kimliğini ötekinin varlığına göre konumlamak hastalıktır. Kimliğini yaşatabilmek için sana bir düşman gerekiyorsa, senin kimliğin hastalıktır."


"Ya ben tehlikeyi çok sevdim, ya tehlike beni. Ama inanılmaz derecede de masumdum." - 2005'in sonlarında yapılan bir röportajında

"Evet, biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var. Var, çünkü kökümüz burada. Ama merak etmeyin. Bu toprakları alıp gitmek için değil. Bu toprakların gelip dibine gömülmek için..."


"Vallahi başına iş açacak laf ediyorsun" diyerek esprisini patlattı. "Ali topu at diyorsun ama ya bu topu Ali bir başka top anlar da askere gittiğinde topu ele geçirdiğinde Hagop'a nişanlarsa ne olacak? Bana ilkokulda böyle öğrettiler demez mi?" Gülüştük bir iyice.
İçimden "İşte bu" diyordum "İşte bu". Bir farklının diğerine endeksli travmatik ya da paranoyak ruh halinin hangi boyutlarda gezinebileceğini gösterse de, yakalamamız gereken birliktelik işte bu.
Farklılıklarımızı fıkralaştırmak...
#

Anadolu harmanında ne Kürtçe salt Kürtlere, ne de Ermenice salt Ermenilere terkedilebilir. Türkçe bilmek kimseyi Türkleştirmediği gibi, Kürtçe bilmek de bir Ermeni'yi Kürtleştirmez. Kürtçe'yi salt Kürd'ün tekeline bırakmak olsa olsa Kürtçülüğü, Ermenice'yi de Ermeni'nin tekeline bırakmak Ermeniciliği besler.

Bu topraklara yakışan, birbirlerinin dillerini bilen ve konuşan farklılıkların birardalığıdır. Yedi düvelin dilini getirip okullarımıza sokuşturuyoruz da, birarada yaşadığımız insanların dilini kendimize ait hissetmekten ve öğrenmekten niçin kaçınıyoruz?

#

Hani derler ya "Bir kitap okudum hayatım değişti" diye...
Benim de "Bir konuşma yaptım hayatım değişti" diyesim geliyor işte...

"Doğu toplumlarını, batıdan ayıran önemli bir özellik de "kahraman" ve "ilah" yaratmasındaki farklılıkta aranmalı. Bizim önemli özelliğimiz kolay yüceltip, bir o kadar rahat alçaltabilmemiz ilahlarımızı.... İşte doğu toplumlarının tipik karakteristiği? Suni olarak yaratılan kahramanlar ve her an bir kahramana muhtaç bırakılmış toplumsallaşamamış bir kalabalık... Körün olmadığı yerde, şaşı Abdurrahman Çelebi olur çoğu kez bizde. Bir vuruşta bin sinek öldüren Kaç Nazar tevatürleri yaratırız sürekli. Ve işi gücü bırakır, kurtarıcılar bekleriz asırlar boyunca hep?.. Kurtarıcılar beklemeyin, kendi kendinizin ilahı olun...."

Şair dostumuz Sezai Sarıoğlu'nun programı izlerken anında karaladığı ve bana ulaştırdığı uzun destanın bir bölümünü sizlerle paylaşarak bitirmek istiyorum izninizle.

bir filmi seyrederken çok başımıza
"beş dakika ara"da ben,
gözyaşlarını zor durumda bırakarak
alıntıların hatırına
gazoz ısmarlıyorum
masal ısmarlıyorum senin
ismini bilmediğim çocuklarına
Tuz(la) gözlerinden öpüyorum her ikisini
masal gözlerinden öpüyorum.
biz aynı mahallenin çocukları
cankardeş, düşkardeş?
harflerinden öpüyorum seni..
sen benim
"çoğalmamın başlangıcısın olsa olsa".

ey orman Ahalisi, Nazım'ca
ey aşık ahalisi
Ferman'ın bahçesine ağaç dikermiyiz?
Hani o gün,
ferman derman olanda.
agos - 2000
#

İstanbul 4. İdare Mahkemesi tarafından durdurulduktan sonra, Adalet Bakanı Cemil Çiçek`in verdiği fikirle önceki gün Bilgi Üniversitesi`nde başlayan Ermeni Konferansı olaysız sona erdi.
Günlerdir Türkiye`nin gündemini kirleyen konferansın kapanış gününe Agos Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink`in konuşması damgasını vurdu.
Dink`in `Ermenilik Halleri` konulu oturumda yaptığı konuşma ayakta alkışlandı, işte konuşmadan satırbaşları: `3 bin yıldan beri bu topraklarda yaşayan, kültür, uygarlık üreten insanları yaşadıkları topraklardan şu veya bu şekilde, şu veya bu nedenle, şu veya bu sonuçla ölenleri, kalanları, dönenleri her neyse... topraklarından koparıp dünyanın dört bir yanına savurdular. Şimdi bu halkın bugüne akan kuşaklarının ruh halini, 90 yıllık kimliğinin cümlesini eğer bu olay, kökten kesiliş dolduruyorsa bunu yok sayamazsınız. Adı bizim için önemli değil, bizim yaşadığımız bu. Bu konferansı Türkiye`nin gerçek anlamda demokratik sürecinin bir parçası sayıyorum, ikincisi, Ermeni dünyası açısından bu konferans çok çok önemli. Çünkü böyle bir konferansın Türkiye`de yapılabilmesi, Türkleri halen bıraktıkları noktada algılayan, hala 1915`te algılayan diasporaya yanıttır. Türkiye değişmez, onlar laf anlamaz, onlarda vicdan yok` diyen diaspora şaşkına dönecek. İşte salonu ağlatan hikaye Size bir hikaye anlatmak istiyorum.
Yıllar evvel Sivas`tan yaşlı bir Türk beni aradı, köylerinde bir Ermeni kadının öldüğü söyledi. Tehcir sonrası Sivas`tan Fransa`ya gitmiş ama sık sık köyünü ziyaret ediyormuş.
10 dakikada yakınlarını buldum ve durumu anlattım.
Kızı bana annesinin zaman zaman Türkiye`ye gelip doğduğu köye gittiğini anlattı. Kızı Sivas`a cenazeyi almaya gitti ve beni telefonla aradı.
Ona, `Ne yapacaksın, cenazeyi götürecek misin ?` diye sordum, ağlamaya başladı. `Annem burada kalsın, su sonunda çatlağını buldu` dedi. O günlerde Cumhurbaşkanı Demirel, `Ermenilere 3 çakıl taşı vermeyiz` diye bir laf etmişti. Ben de bu kadının öyküsünü yazdım ve dedim ki; biz Ermenilerin bu topraklarda gözümüz var doğru. Ama merak etmeyin, alıp gitmek için değil, bu toprakların gidip dibine girmek için!`

Vatan Kaynak

#

Bu çağrı hepimize. Eli herhangi bir kamera tutabilen herkese.
Gelin, kameralarımızı elimize alıp dünyaya bakalım. Dünyaya vicdanımızla bakalım.
Gelin, vicdanımıza görünenleri birbirimizle paylaşalım
Mesela... Yol kenarında yalnız bir kadın olmak, sokaklarımızda bir engelli olmak.
Mesela... Kendi ülkesinde ‘sürgün’ olmak, ana babanın dayağa kalkan elini izleyen küçük bir çocuk olmak, okullarımızda başörtülü olmak, HIV pozitif olmak, dayağa mahkûm olduğu evinde hapis bir kadın olmak, cinsiyet ve cinselliği kapalı kutulara hapseden bir dünyada transseksüel ya da eşcinsel olmak, duyulur endişesiyle anadilinde konuşmaktan korkmak.
Mesela... Savaşmaya, eline silah almaya, öldürmeye mecbur kılınmak, koca şehirlerde zenginliğin orta yerinde açlık sınırında yaşamak. Hatta mesela... Bir sokak köpeği olmak... Dünyanın herhangi bir yerinde ‘öteki’ olmak.
Belki de mesela başkaları için önemsiz, sıradan bir ayrıntı olan ama tam da bizim vicdan gözümüze takılan o benzersiz şeyi bulmak.
Elbette vicdan sadece gözlerden ibaret değil. İyi ki de değil. Vicdanın bir de elleri var. Vicdan, kötülüğü sadece görmekle yetinmez, ona karşı harekete geçer. Vicdan, zulmü sadece kaydetmekle yetinmez, ona son vermek için mücadele eder. Vicdan, sadece mağduriyeti kayda geçmekle kalmaz, bizzat mağdur için, mağdurla dayanışma içinde bir şeyler yapmanın da derdinde olur.

Ve son olarak, vicdan tamamen özgürdür. En doğrusunu yine kendi bilir. Dolayısıyla yukarıda verdiğimiz tüm örneklemeler, sadece projeye katılmanız için ilham ve teşvik amaçlıdır; yollayacağınız işlerin çerçevesini tanımlama ve sizi sınırlama amacını asla gütmez.

Öyleyse gelin, dünyaya şöyle bir vicdanımızla bakalım. Ve en fazla 5 dakika uzunluğunda bir kısa film çekelim.

İhtiyacımız olan tek şey, bir çift göz, bir kamera ve gönül gözü vicdanımız.
Gelin, vicdanımızla bakalım. Ortak bir vicdan için vicdanlarımızı görünür kılalım.

“Gerçekliği kabul edip etmemek esasen herkesin kendi vicdan sorunudur, bu vicdan da temelini bizatihi insanlık denilen ortaklığımızdan, ‘insan’ kimliğimizden alır.”

Hrant Dink- Vicdan Filmleri Çağrı Metni.

^#

Hrant
Etyen Mahçupyan - 20.01.2010

Hrant’ın devletin içine çöreklenmiş ve belki de devleti ele geçirmiş bir milli çete tarafından sistemli ve planlı bir stratejinin parçası olarak katledilmesinin üzerinden üç yıl geçti. Ortada şaşırtıcı bir durum yok... Devletin bütün refleksleri kendini savunma ve izlemeye yönelik olmayı sürdürüyor. Mahkeme ise ne ileri ne de geri gitme cesaretine sahip. Bir gün Ergenekon savcılarının talebiyle lağvolmasını umut ettikleri bir davayı, hasbelkader yüklenmiş durumdalar.

Birçoğumuz adalet istiyor. Hrant’ın cansız vücudunu bir nebze olsun yerden kaldırmak, kendisini hafifletmek istiyor. Ama bir yandan da zihniyetlerimizi, ideolojilerimizi, karakterlerimizi peşimize takmış gidiyoruz. Onlardan kurtulmamız söz konusu değil. Hem Hrant’ın yanında durmak, onunla aynı dünyayı paylaşmış sayılmak, onun duruşunun uzantısı olmak, hem de bugünün meseleleri karşısında ‘kendimiz’ olarak kalmak istiyoruz. İnsani bir durum... Bizlere Hrant’ı araçsallaştırıyormuşuz gibi gelmiyor. Gerçekten de sahih bir benzerliğe dayandığımızı düşünüyoruz. Ne var ki zaman geçtikçe biz Hrant’a değil, Hrant bize benziyor...

Oysa Hrant bizim benzeyemeyeceğimiz ulvilikte biri hiç değildi. Aslına bakarsanız fazlasıyla sıradan biriydi. İlginç fikirleri vardı ama herkesten fazla olduğu söylenemez. Siyasette demokrat bir tutum almaya inandı, kendisini bu yönde eğitti, zorladı ve değişti. Ama kendi küçük dünyasında ille de demokrat olacağım diye bir çaba da sarf etmedi. Bu yakın ilişkilerin demokratlığa muhtaç olmadığını, ondan çok daha kıymetli hasletler üzerinde yükseldiğini bilirdi. Herkes gibi çelişkileriyle, tutarsızlıklarıyla yaşadı, ama birçoğumuzdan farklı olarak bunları gördüğünde kendisine gülebildi. Küçük dünyasındaki karşılıksız sevginin ve kendisini tanımanın özgüveniyle de, kendisini tanımadığı kişilere olduğu gibi sundu.

Hrant, işin aslı, bir fikir adamı değil, bir üslup adamıydı. İnsanlara ulaşmanın, dokunmanın uzmanıydı. Bunun sırrını çözmüştü ve bu bilgisini kendisine kanıtladığı her örnekten de büyük zevk alırdı. Söz konusu sır basitti... Kendin ol. Başkasının önünde çıplak kalma riskini yüklenmek kolay değildir. Hrant da bir melek değildi doğrusu. Onun da bu çıplaklığa sınır çizmek istediğine defalarca tanık oldum. Ama bu isteği müstakbel karşılaşmadan önceydi. Muhataplarının karşısına çıktığı anda bu kaygısının buharlaştığını görürdünüz. Sanki her insani karşılaşma onun için bir arınma vesilesiydi. Hrant sesini duyurduğu, göz göze geldiği insanlara çok şey verdi, ama bir o kadar da aldı. Bizler bunu beceremediğimiz için belki de Hrant’ın hayatını bir özveri süreci olarak görüyor, anlaşılmak istenen birinin anlaşılamama karşısında duyduğu hüznün ağırlığı altında kaldığını düşünüyoruz. Oysa anlaşılamamak Hrant’ı derinleştiren, onu üzerken yaratıcı kılan bir unsurdu. Anlaşılamamak yaptıklarını daha farklı ve doğru yapmanın dürtüsüydü. Hrant belki de en çok, kendisini anlamış olanlara değil, anlayamamış olanlara müteşekkirdi...

Bu tutumun insanüstü bir tarafının olmadığını onu yakından tanıyanlar idrak etmişlerdir. Bu aslında doğal olan yaklaşımdı... Ne var ki bizler beceremiyorduk ve o nedenle de ona özel bir paye veriyorduk. Mesele galiba bizlerin insan olmayı doğal bir durum olarak yaşayamamamız, samimiyeti, içtenliği taşıyamamamızdı. Hrant bize sıradan olanı, doğal olanı gösterdi ve bu bize çok kıymetli geldi. Haklıydık... Hrant’ı bilmek, bizde olmayan ama kendimizde var olduğuna inandığımız hasletlere yeniden inanmamızı, insan olmayı anlamamızı sağladı.

Bana bu hatırlatmayı yaşattığı, unutamadığım anlardan biriyle bitirelim... Her zamanki gibi yürüyorduk. Elmadağ’da trafik ışıklarını geçmek üzereydik. Akşam saatleriydi, nereden nereye gitmekte olduğumuzu hatırlamıyorum. “Ali Kırca’yı aradım” dedi. Birkaç gün öncesinde Kırca’nın ‘siyaset meydanı’ programında bir devlet tarihçisiyle birlikte programa çıkmıştık. Kırca’nın tavrı bize fazlasıyla yanlı gelmişti ve hatta çıkışta da ayaküstü bir münakaşa olmuştu. İkimiz de kızgındık ve kızgınlığımız sürmekteydi. Programla ilgili konuştuğunu düşündüm ve bunu pek anlamlı bulmadım. Ama o farklı bir nedenle aramıştı... Birkaç gündür gazetelerde Kırca’nın bir kız arkadaşıyla samimi görüntüleri yayımlanmakta, medya bunu olabildiğince kullanmaktaydı. Bunun için aramış ve kendisine destek vermişti. Öylesine kızgın olduğu, değeri konusunda çok da yüksek fikirler serdetmediği birinin bile haksızlığa uğraması onu tedirgin etmiş, yaralamıştı.

Hrant kendisine yapılmış olanla, başkasına yapılanı ayırt edebilen biriydi... Ve her ikisinin de önünde çıplak olarak durabildi. Elimi omzuna vurup “aferin sana” dediğimi hatırlıyorum. Ben düşünememiştim ve düşünseydim de muhtemelen yapmazdım. Ama o düşünmüş ve yapmıştı bile. Gözlerimin hafifçe dolduğunu da hatırlıyorum. Belki insan denen yaratığı bu haliyle görmekten gelen bir mutlulukla, belki de birlikte konuşmadan yürüyebileceğim böyle bir arkadaşım olduğu için...

14 Ocak 2010 Perşembe

Aziz Nesin

Aziz Nesin, 1915 doğumlu değerli gazeteci ve Yazar. Mizah, kısa öykü, tiyatro oyunu ve şiir dallarında pek çok yapıtlarıyla yurtiçinde ve yurtdışında birçok ödüle layık görülen Nesin, 1972’den beri hizmetlerini sürdüren Nesin Vakfı’nın da kurucusudur.
'Aziz Nesin' adıyla tanınan yazarın asıl adı Mehmet Nusret tir.
Hayatının uzunca bi suresini nezarethanelerde ve hapislerde gecirmis, buna rağmen bütün yapılanlara kızıp çekip gitmek yerine kalıp insanların gözünü açmaya çaba harcamıştır.

Aziz Nesin, imza günü ve söyleşi için gittiği Çeşme, Alaçatı’da 5 Temmuz’u 6 Temmuz’a bağlayan gece sabaha karşı geçirdiği kalp kriziyle vefat etti. 7 Temmuz günü, vasiyeti gereği hiçbir tören yapılmadan ve yeri belli olmayacak şekilde Çatalca’daki Nesin Vakfı’nın bahçesine gömüldü.
Aziz Nesin, arkasında yüzlerce öykü, şiir, tiyatro oyunu ve Nesin Vakfı'nı bıraktı.
#

" Hayatim suresince boyum kadar kitap yazdim ama beni sevmeyenler buna da mazeret bulup -onun zaten boyu kisaydi- diyebilirler.'' demiştir zamanın birinde...

"
öyle bir ağlasam,
öyle bir ağlasam ki çocuklar
size hiç gözyaşı kalmasa.
öyle bir aç kalsam,
öyle bir aç kalsam ki çocuklar
size hiç açlık kalmasa.
öyle bir ölsem,
öyle bir ölsem ki çocuklar
size hiç ölüm kalmasa.



Aziz Nesin, gülmeceyi yazmakla kalmıyor, kendisi de yaşıyor.
12 Eylül yönetimine karşı 2 bin imzalı ''Aydınlar Dilekçesi'' vermeleri, zamanın Cumhurbaşkanı Kenan Evren'i çok kızdırıyor; bir yurt gezisinde punduna getirip ''Aydınlar Dilekçesi'' ni imzalayanlara, ''Ben ne yapayım böyle aydını, Vahdettin de aydındı'' diyor.
Aziz Nesin, yanıt vermekte gecikmiyor: ''Son Osmanlı padişahı olan ve sonra İngiliz gemisiyle ülkeden kaçan Vahdettin' in aydın olduğu çok tartışmalıdır, ancak devlet başkanı olduğu kesindir''

#

s o y a d i k a n u n u !

1934 yılında soyadı kanunu çıktı, her türk kendine bir soyadı alacaktı.
Herkes kendi soyadını kendisi seçtiği için insanların bütün gizli aşağılık duyguları ortaya çıktı...
Dünyanın en cimrileri 'eli açık', dünyanın en korkakları 'yürekli', dünyanın en tembelleri 'çalışkan' gibi soyadları aldılar.
Bir mektup yazabilecek...bir mektup yazabilecek zamanda ancak imzasını atabilen bir öğretmenimiz kendisine 'çevikel' soyadını almıştı.
Irkçılığın yayıldığı günler olduğundan, özellikle türklüğü karışık olanlar ırkçılığı anlatan soyadlarını kapışıyorlardı.
Her türlü yağmada hep sona kaldığım için güzel soyadı yağmasında da sona kaldım. Bana, ortada böbürlenebileceğim bir soyadı kalmadığından, kendime 'nesin' soyadını aldım. herkes 'nesin' diye çağırdıkça ne olduğumu düşünüp kendime geleyim istedim. Aziz Nesin....

#

"ben başörtüsü örten kızlara hak veriyorum. o çocukların ne günahı var? başından beri, din dersini, islamlık dersini ve yalnız sünnilik mezhebini okutanlara ondan sonra saçının telini kendi mahremi dışında kimseye göstermeyecek ondan sonra da üniversiteye girince saçını aç. ama ben ne istiyorum? hoş görüyle bakmak gerekiyor. ben müslümanlara hoş görüyle bakıyorum. yalnız müslümanlara değil, hristiyanlara da bütün dinlere de hoş görüyle bakıyorum. isterse puta tapsın, ona da. isterse doğaya tapsın ona da hoş görüyle bakıyorum ve bakılmasını istiyorum." demiştir.

#

Aziz Nesin,nesin vakfına öyküleştirerek bir vasiyet de bırakmıştır, merak edenler için;
1- vakıf cocuklarımın üretmen olmalarını istiyorum
2-vakıf cocuklarımın dünyaya, insanlara, olaylara eleştirel gözlerle bakmalarını istiyorum
3-vakıf cocuklarımın cezasız yetişmesini istiyorum
4-nesin vakfı'nda yasak yoktur
5- çocukların şımarma hakkı olmalıdır
6-nesin vakfı çocukları toplumsal borçlarının ne olduğunu öğrenmelidirler
7-nesin vakfı çocuklarımın kendilerini sevmelerini, kendilerini severek ve kendilerine değer vererek yetişmelerini istiyorum
8-nesin vakfı çocuklarımın kendi aşağılık duygularını tanıyarak onu yenmelerini ve kendi aşağılık duygularından itici güç alarak yararlanmalarını istiyorum

9-nesin vakfı çocuklarımın uygar insanlar olarak yetişmelerini istiyorum
10-değişmek ve değiştirmek
11- nesin vakfı çocuklarımın ''korkudan korku'' dediğim sinirsel korkudan kurtulmalarını ve uzak yaşamalarını istiyorum
12-nesin vakfı çocuklarımın, yaşama atılınca sevdikleri işi yapmalarını diliyorum
13-nesin vakfı çocuklarımın özgün düşün ve davranışlı olmaları için çalışıyorum
14-nesin vakfı çocuklarımın zengin imgelemleri olmasını, büyük düşlemler kurmasını istiyorum
15- nesin vakfı çocuklarıma öğretmek istediğim çok yalın birşey var: yaşam, bir savaşımdır

''korkudan korkmak'' adlı kitabından alıntıladığım bu maddeler yukarda belirttiğim gibi salt maddeler halinde yazmıyor, öyküleştirilerek, ne denmek istendiği dile getirilerek anlatılıyor, ancak madde olarak alıntıladıklarım bile çok şey anlatıyor.

#

kullandığı takma adlar:

(bkz: alişan konuşkan)
(bkz: ateş sin)
(bkz: ayşegül)
(bkz: bahri filbahri)
(bkz: bahri filefil)
(bkz: battal bataner)
(bkz: bedri birdirbir)
(bkz: d. kırat)
(bkz: daver devletlu)
(bkz: dr. daim derer)
(bkz: falan)
(bkz: falan filan)
(bkz: fettane şatifil)
(bkz: fevzi şerbetçi)
(bkz: hakkı haklar)
(bkz: hakkı hukuki)
(bkz: hasan dene gör)
(bkz: hikayeci)
(bkz: ismail ateş)
(bkz: izzet izinde)
(bkz: kasım kahkah)
(bkz: kerim kihkih)
(bkz: kerami pestenkerani)
(bkz: levazımcı kazım)
(bkz: naneyedibaşı)
(bkz: nuri hayat)
(bkz: ord. prof. paf puf)
(bkz: oya ateş)
(bkz: öküz aleyhisselam)
(bkz: prof. dr. a. ayvacı)
(bkz: prof. tosun okuyanlar sağolsun)
(bkz: recep kinayi)
(bkz: sarraf mutasarrıf)
(bkz: sıtkı sırılsıklam)
(bkz: sülüman gider)
(bkz: şaban şabaner)
(bkz: şakir şıkırşıkır)
(bkz: taki zoraki)
(bkz: vaiz el hac ömer ölçer)
(bkz: vedia nesin)
(bkz: yazar bazan)
(bkz: yüksel damacık)
# # #

aziznamesinde darbe heveslisi şapşallara ayarı vermiştir.

özetle:
adam köyün birine tayin olmuş, gelmiş bakmış köyün delisi bir genç dövünüyor sürekli. bi süre sonra merak etmiş sormuş sana ne oldu diye, genç anlatmış:

- benim iyi kötü bir anam vardı, hergün dua ederdim allaha, allahım şu anamın canını al, babam yeni biriyle evlensin. hem babam, hem ben takılırız...

- ee sonra ne oldu?

- dualarım kabul oldu ama biraz farklı...babam öldü, anam genç biriyle evlendi...şimdi hem anamı hem beni....

# # #

yürüye yürüye yolumu açtım
kendimi köprü yapıp üstümden geçtim
soluğumdan oluştu havam
kendi havamda uçtum.

# # #

" bir kadini aglatmak çok zor degildir aslında. kadinlar her seye
aglayabilir; bir filme, bir sarkiya, bir yaziya... en az erkekler
kadar yani! ama bir kadini yürekten aglatmak zordur. eger bir kadin yürekten
agliyorsa, aglatan onun yüregine ulasmis demektir. ama o yüregin
degerini bilememis olacak ki aglatan, gözünü bile kirpmadan teker teker batirir
ignelerini yürege! - iste o zaman koca bir yumruk gelir oturur
bogazina kadinin. yutkunamaz, nefes alamaz; çünkü o koca yumruk canini çok
acitir. gözleri bugulanir kadinin sonra.

aglamayacagim, der içinden. ama engel olamaz iste. çünkü yüregine
ulasmistir birileri ve igneler saplamaktadir.. bu aciya ne kadar karsi koyabilir ki bir kadin. ince ince süzülür yaslar gözünden; önce birkaç damla, sonra bir yagmur seli... ve kadin aglar; hem de çok!

sanmayin ki gidene aglar kadin! gidenin giderken koparttigi yerdir
onu aglatan, orada biraktigi yaradir. o yaranin hiç kapanmayacagini,
kapansa bile izinin kalacagi bilir kadin; o yüzden aglar. ama bilir misiniz, aglamak kadinlari olgunlastirir. her damla, daha çok kadin yapar
kadinlari. her damla bir derstir çünkü. bazen kadinlar agladiginda çogu insan,
aglama niye agliyorsun ki, degmez onun için derler. bilmediklerindendir böyle demeleri. çünkü yürekleri aciyan kadinlar aglamazlarsa, ölürler. içlerindeki zehirdir onlari öldüren! aglayarak o zehirden kurtulur kadinlar, o irini temizlerler yaralarindaki! çünkü bilirler, o irin temizlenmezse iltihaba dönüsür yaralari. dönüsmemesi lazimdir oysa. o yüzden de bolca aglarlar. zaman geçer sonra. kadinlar kendilerine
sarilmayi ögrenirler. umarim ögrenirler, yoksa ruhlar sapkin yollara çarpar
kendini.
sapan ruhlarin dogru yolu bulmasi da yeni acilar demektir. bunu bilir
kadinlar, o yüzden eninde sonunda ögrenirler kendilerine sarilmayi...
çok aglayan kadinlar, bir çok seyden vazgeçen kadinlardir aslinda. her
damla olgunlastirir kadinlari evet ama olgunlastikça o safça inandiklari ask gerçegi onlarin gözünde küçülür. küçüldükçe degerini yitirir ve iste o zaman kendilerine sarilip, yeni bir kadin yaratirlar kendilerinden.
güçlü, yenilmez, magrur ve aska inanmayan... insanlar soruyorlar çogu zaman
neden bu kadar çok bekar kadin var diye; hepsi kariyer derdinde olan. çünkü inançlarini yitirdi o kadinlar. zamaninda yüreklerine o kadar çok igne saplandi ki, o kadar çok agladilar ki! artik kendilerinden baska bir
dogru olmadigina inaniyorlar, o yüzden kendilerine sariliyorlar. çünkü
biliyorlar ki sarildiklari adamlar onlari hak etmedi; hem de hiçbir zaman! hep
bir çikarlari oldu sarildiklari adamlarin.

e.. o zaman niye sarilsinlar ki! niye sarilalim ki! etrafinizda
yürekten aglayan bir kadin varsa bilin ki olgunlasiyordur. bilin ki, gerçekleri kabul etmeye baslamistir. bilin ki, artik askin olmadigina inanmistir.
bilin ki, sarilacak tek bir dogrusu kalmistir. o da kim, ne diye
sormayin artik. çok aglayan kadinlar, eninde sonunda kendilerine sarilirlar
çünkü! "

# # #
Bir donem taksim deki "the marmara" otelindeki "the" ekine takar aziz nesin..der ki "bir ülkenin cografi yer adina 'the' eklenerek amerikanlaştiriliyorsa ve bu duruma kimse tepki göstermiyorsa, o ulke emperyalizmin kulturel isgali altindadir. hep birlikte gidelim ve otelin adının degistirilmesini isteyelim.."..birlikte gitmek icin karar alsalarda,aziz nesinle gitmek nasip olmayinca yalcin peksen kendisi gider otelin sahibi ali gureliden ricada bulunur..ali gureli bunun mumkun olmadigini,otelin adinin onundeki 'the' takisinin anlami oldugunu,ozel adlarin ve cografi bolge adlarinin basina geldiginde onun ozelliklerini tanimladigini soyler kendisine..yalcin peksen de donusunde aziz nesin e olayi anlatir.."sakin gitme aziz agabey yoksa sende "the aziz" olursun der..

# # #

Dünyada yapılmamış işler çoktur çocuğum
Derlerse ki bu işler bişeye yaramaz
De ki bütün işe yarayanlar
İşe yaramaz sanılanlardan çıkar.

# # #

-"türk toplumunun mizaha olan ilgisi sizce zekasindan mi ileri geliyor?"
-"ne zekasi? bu milletin yüzde doksan biri 82 anayasasi'na evet demistir.
geriye kaliyor yüzde dokuz. hadi biraz iyimser olalim, ama yüzde altmisi aptal bir milletiz."
bu cevaptan sonra rahmetli mahkemeye verilmistir, "yapmayin, etmeyin. eger mahkemeyi ben kazanirsam sizin aptalliginiz mahkeme karari ile tescillenmis olur" dediyse de alingan insanlarimiza söz dinletememis, mahkemeye verilmis ve sonucta da mahkemeyi kazanmistir.

# # #

attila ilhan'ın hakkında

tefe koymuş dünyayı kepaze etmiştir çevresini
tasa tutmuş eşini dostunu esirgeyerek kendisini
hicvine kıyam etsek beyhude gayret olur yahu
tanrı hicvedip de yaratmış zaten aziz nesin'i

dizelerini yazdığı insan.
yağmur atsız'ın bir yazısından ediniyoruz bu bilgiyi..

# # #

ey benim halkım
ey benim eliaçık gözü kapalım
yüreği açık dili bağlım
ey benim en güzelim
ey benim en çirkinim

yiyemedin yedirdin
içemedin içirdin
giyemedin giydirdin
okuyamadın okuttun
kendin üşüdün yağmurda karda
ama beni korudun

varından değil yoğundan verdin
az az değil çoğundan verdin
ah ne az ne az aldın
ama ne çok verdin
en az aldın en çok verdin
almadan vermek sana özgü

utanırım aldıklarım demeye
gücüm yetmez borcun ödemeye
bende hakkın çoktur halkım
değil böyle bir aziz
bin azizler olsa yetmez
aldığını vermeye
utanırım hakkını helal et demeye
dünya durdurkça durasın halkım.
-------AZİZ NESİN---------------


ata'm izindeyiz ibaresini.. " Dinlenmekten yorulduk ata'm izindeyiz " şeklinde yorumlayan yüce insan..

--------------------------------------------------------------------------

arkadaşım badem ağacı

sen ağaçların aptalı
ben insanların
seni kandırır havalar
beni sevdalar
bir ılıman hava esmeye görsün
düşünmeden gelecek karakış...
açarsın çiçeklerini...
bense hayra yorarım gördüğüm düşü...
bir güler yüz bir tatlı söz..
açarım yüreğimi hemen
yemişe durmadan çarpar seni karayel
beni karasevda
hemde bilerek kandırıldığımızı
kaçıncı kez balanmışız bir olmaza
koo desinler bize şaşkın
sonu gelmesede hiç bir aşkın
acalım yinede çiçeklerimizi
senden yanayım arkadaşım
havanı bulunca aç çiçeklerini
nasıl açıyorsam yüreğimi
belki bu kez kış olmaz
bakarsın sevdan düş olmaz
nasıl vermişsem kendimi son sevdama
vur kendini sende bu güzel havaya

#########

Sivas Acisi

Ben tanirim
Bu bulut bizim oranin bulutu
Hemşeriyiz ne de olsa
Benim için kalkmiş, ta Sivas'tan gelmiş
Yurdumun bulutu
Başimin üstünde yeri var

Ben bilirim
Bu rüzgâr bizim oranin rüzgâri
Hemşerimiz ne de olsa
Benim için kopup gelmiş yayladan
Yurdumun rüzgâri
Kurutsun diye akan kanlarimi

Ben anlarim
Bu aci bizim ora işi hançer acisi
Bir ülkedeniz ne de olsa
Ayni dili konuşsak da
Anlamayiz birbirimizi
Hançerin nakişi
Tanidim acisindan Sivas işi

Ben duyarim duyumsarim
Bizim oranin sizisi bu
Binip kara bir buluta Sivas ilinden
Sivas rüzgârinda uçup gelmiş
Helallik dilemeye

Ey yüregimin onmaz acilari
Ey beynimin dinmez sancilari
Suç ne bende ne de sende
Suç seni karanliklara gömenlerde
Ne de olsa yurttaşimsin
Kapali olsa da bütün vicdan kapilari yüzüne
Bilmelisin bir yerin var canevimde

04.07.1993
Eklenme Tarihi: 07.12.2001

# # #

Yaşıyorum Demek

Çok merak ediyorum kendimi
Başıma birşey mi geldi
Öldüm mü kaldım mı
Hiçbir haber yok kendimden
Bu sabah kapımı çaldım
Kapıyı açan kendim
Bir süre kendime baktım
Bu güleç yüz bendim
Oh ne güzel bir sabah
Bugün de yaşıyorum demek
Benden başka yok kimsem
Beni merak edecek

--------------------------------------------

Ateist olmanın bazılarının düşündüğü gibi ahlaksızlık olmadığını kendi yaşamıyla kanıtlamış büyük mizah ustası..
Seni Seviyoruz Aziz Nesin...